TANIM
Saldırganlığın tanımı
eylemin bizzat kendisi vurgulanarak yada eylemde bulunan kişinin niyeti
vurgulanarak yapılabilir. Eylemin kendisi vurgulandığında saldırganlık
başka kişilere zarar veren herhangi bir davranış olarak
tanımlanmaktadır. Eylemde bulunan kişinin niyeti vurgulandığında ise
hedefi yaralamak niyetiyle girişilen bir davranış olarak tanımlanır.
Diğer
bir tanım öfkeli ve araçsal saldırganlık şeklinde yapılmaktadır. Öfkeli
saldırganlık öfke ve düşmanlığın kışkırttığı saldırganca bir eylemdir.
Araçsal saldırganlık ise eylemin kendisi dışında bir hedefe ulaşmak
için girişilen saldırganca bir eylemdir.
NEDENLER:
• Bazı
kuramcılar beynin merkezi sinir sisteminin ve endokrin sisteminin
saldırganlığa yol açtığını öne sürmektedir. Bazı bilim adamları da
beyinde saldırganlığa neden olan merkezlerin dışında beyindeki
tümörlerinde saldırganlığa yol açtığını ileri sürmektedirler.
Saldırganlıkla ilgili amigdalalar duyguların kontrolünden sorumlu beyin
alanlarıdır ve limbik sistemin bir parçasıdır. Saldırganlık gösteren
hayvanların amigdalaları çıkarıldığında hayvanların önceki halinin
karşıtı bir durumun sakinlik halinin ortaya çıktığı gözlenmiştir. Yine
bu bölgede oluşmuş olan bazı tümörlerin aşırı saldırganlığa yol açtığı
belirtilmektedir. Biyolojik kurama ait bir diğer açıklama genlerdeki
farklı kombinasyonların saldırganlığa neden olduğu şeklindedir. Her
insanın hücresindeki 23 çift kromozomdan bir çifti cinsiyeti belirler.
Kadın da cinsiyeti belirleyen kromozom çifti XX erkekte ise XY
biçimindedir. Y erkekliği belirleyen kromozom olarak düşünülmektedir.
Bazı erkeklerde bu kromozomlar XYY şeklindedir. Bir kısım bilim
adamları fazla olan bu kromozomun erkekte saldırganlığı artırdığını
savunmaktadır. Araştırmalar XYY tipi kromozomun erkek suçlular arasında
normallere göre 4 kez daha fazla görüldüğü şeklinde sonuçlanmıştır.
Fakat kromozomlarla ilgili bu açıklamayı eleştirenler ve saldırganlığı
açıklamada yetersiz bulan araştırmacılarda vardır. Çünkü XYY kromozomu
taşımasına rağmen saldırgan olmayan erkeklerdeki ve kadınlardaki
saldırganlığın nedenleri için hiçbir açıklama getirilememektedir. Bu
nedenle biyolojik kuramın saldırganlığa ilişkin açıklamalarının yeterli
ve kapsamlı olduğu söylenemez. Biyolojik temelli kuramlar objektif ve
somut verileri kapsaması yönünden önemli sayılmakla beraber saldırgan
davranışın oluşumunda etkili olan bireyin duygusal zihinsel ve sosyal
süreçleri dikkate almamaktadır. Bununla birlikte yapılan araştırmalar
biyolojik faktörlerin psikopatolojide önemli rol oynadığını ortaya
çıkarmıştır. Geçmişte saldırgan davranış incelenirken daha çok çevresel
değişkenler üzerinde duruluyor gelişimsel ve sonradan olma beyin
hasarları üzerinde durulmuyordu. Son yirmi yıldır saldırganlık üzerine
yapılan araştırmalarda nöropsikiyatrik ve nörolojik sorunların
saldırgan bireylerde saldırgan olmayanlara oranla daha yaygın olduğu
ileri sürülmektedir. Şiddeti besleyen bir çok kaynak vardır. Ancak bu
kaynakların etkin olabilmesi için etkileyebilecekleri bir canlı
organizmaya ihtiyaç vardır. Şiddet davranışını anlayabilmenin yolu onun
biyolojik temelini anlamaktan geçer. Bu konudaki bulgular henüz
çelişkili ve yetersizdir. Daha kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Emosyonel sinir bilim (Neuroscience) alanında son yıllarda görülen
hızlı ilerleme bu alanda kısa sürede aşamalar kaydedileceğinin
sinyallerini vermektedir. Ortaya çıkacak sonuçlar şiddeti ortadan
kaldırmayacaktır. Şiddetin daha iyi anlaşılabilmesi ve ortadan
kaldırılabilmesi için hem toplumsal hem de biyolojik etkenlerin
birlikte ve uygun ölçülerde dikkate alınması gerekir.
• İnsan
davranışlarını insanın doğasından yola çıkarak açıklayan içgüdü
kuramcıları saldırganlığı da içgüdülere göre açıklamakta insanın diğer
hayvanlar gibi kendisini saldırgan davranışlarda bulunmaya eğilimli
kılan bir saldırganlık içgüdüyle doğduğunu ileri sürmektedirler. Bu
kuramcılar saldırganlığı doğuştan gelen içgüdülerle açıklamakta ve
saldırganlığın azaltılabileceğine ilişkin bir umut taşımamaktadır.
Saldırganlığı içgüdülerle açıklamak kişiler arası ilişkilerde sorun
olan bu davranışı olağan görmek anlamına geldiğinden bu kurama
özellikle sosyal öğrenme kuramcıları tarafından yoğun eleştiriler
gelmektedir. İnsan davranışlarını sadece içgüdü modeli ile tanımlamanın
doğru olmayacağını daha sonra kabul edilmiştir. Davranışlar sadece
içgüdü modeliyle açıklanabilseydi saldırganlığa özel bir anlatım ve
özür bulunmuş olurdu.
• Sosyal Öğrenme kuramcıları insanın doğuştan
saldırgan olmadığını saldırganlığın toplumsallaşmanın bir sonucu olarak
ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Bireyi saldırganlığa iten güçlerin
içsel olmaktan çok dışsal olduğunu savunmaktadırlar. Diğer kuramlarla
karşılaştırıldığında bu kuram dış etkilere daha fazla önem vermektedir.
Ancak kişi yalnız çevresel etkenlere tepkide bulunan güçsüz bir
organizma değildir. Kişi ve çevrenin karşılıklı etkileşimleri bireyin
sahip olduğu davranışları oluştururlar. Böylece hem çevre etkinlikleri
davranışları şekillendirir hem de çevre davranışlar tarafından
etkilenir. Bu dinamik görüşler insanın saldırganlığını diğer sosyal
davranışlar gibi hem çevreden kaynaklanan uyaran ve pekiştiricilerin
etkisi hem de bilişsel kontrol etkisiyle öğrenildiğini savunur. Bu
kuram saldırgan davranışların kaynaklarının çok çeşitli olduğunu geçmiş
deneyim ve öğrenmeden dış durumsal etmenlere kadar yayılan çok geniş
bir yelpaze içinde değerlendirilmesi gerektiğini ayrıca saldırganlık ve
şiddetin nesiller boyunca öğrenilmiş bir davranış kalıbı olarak
geçtiğini de savunmaktadır. Geçmişteki deneyimlerin saldırganlığın ne
zaman hangi durumlarda ve de ne sıklıkla ortaya çıkacağını
belirlediğini çocukların model olarak aldıkları ana babalarının
davranışlarından nasıl davranmak gerektiğini öğrendiklerini aile ve dış
çevreden edindikleri saldırgan modellere özenerek saldırgan
davranışlarda bulunduklarını ileri sürmektedir. Saldırganlığa içgüdü ve
engellenme açısından bakan görüşlerle karşılaştırıldığında sosyal
öğrenme yaklaşımını benzersiz kılan şey saldırganlığı değiştirebilir ve
engellenebilir bir olgu olarak görmesidir. Oysa saldırganlığı içgüdüyle
açıklayan görüşler saldırganlığı kaçınılmaz ve genetik olarak
programlanmış bir davranış olarak görme eğilimindedirler. Bu yaklaşım
saldırganlığın öğrenildiği gibi unutulabileceğini ya da uygun koşullar
altında hiç öğrenilemeyeceğini savunmaktadır.
• Saldırganlığın
nedenini açıklayan bir diğer kuram olan Engellenme-saldırganlık kuramı
ilk ortaya atıldığı zaman “Saldırganlık hali her zaman bir engellenme
sonucu ortaya çıkar” görüşü şiddetle eleştirilere uğrayınca her
engellenmenin saldırganlığa yol açacağı görüşü değiştirilerek
saldırganlık “engellenme saldırganlığa yol açmaktadır” şeklinde
tanımlandı. Pek çok örnekte engellenme biçimlerinin ardından saldırgan
davranışlar gelse de engellenme ve saldırganlık arasındaki bağın
sanıldığından daha zayıf olduğu düşünülmektedir. Engellenme kaçınılmaz
olarak saldırganlığa yol açmamakta ve saldırganlık her defasında
engellenmenin ardından gelmemektedir. Bununla birlikte kuram sosyal
ödül kazanmak için yapılan araçsal saldırganlık yada kendini savunmak
için yapılan saldırganlık gibi engellenme olmaksızın yapılan saldırgan
davranışları açıklamakta da yeterli olmamaktadır. Şiddet eylemlerini
insan etmeninden soyutlayarak salt çevresel etmenlere dayandırarak
açıklamak sorunun çözümüne fazla yardım sağlamamaktadır. Çünkü çevre ve
insan birbirinden ayrılmaz bir biçimde bir sorunlar yumağı olarak
şiddet eylemlerine katkıda bulunur. İnsan tepkilerini dış uyaranların
ruhsal yapısında yol açtığı etkilerin özelliklerine göre gösterir. Bu
etkilerden biri olan engellenme tek başına saldırganlığa neden
değildir. Bu konularda çalışmalar yapan bilim adamlarına göre
engellenme genellikle öfke olarak nitelendirilen duygusal bir tepkiye
yol açmakta ve bu tepkide kişiyi saldırgan davranışlarda bulunmaya
hazır hale getirmektedir.
• Saldırgan modeller bilişsel öğrenme
yoluyla yeni davranış kalıplarının öğrenilmesini sağlar. Modelin
saldırgan davranışlarının ödüllendirilmesi halinde de dolaylı
pekiştirme yoluyla bu tür davranışların taklit edilme olasılığı artar.
Böyle durumlarda saldırganlık oldukça yerleşik bir davranış kalıbı
haline gelerek söndürülmesi güçleşir. Davranışçılara göre insanlar iyi
akıllı olarak doğmakta kötü eğitim kötü çevre ve kötü örneklerle
davranışlar bozulmaktadır. İnsan davranışlarını yalnızca doğuştan gelen
eğilimler değil çevrenin davranışları da biçimlendirmektedir. Bu
yaklaşıma göre çocuk saldırgan davrandığında annesinin veya diğer
kişilerin ona istedikleri şeyi vereceklerini anlarsa saldırgan biçimde
davranmaya eğilimli olur. Aynı durum uysal atak ya da sevecenlik için
de geçerlidir. Öteki bütün davranışlarda olduğu gibi saldırganlık da
kişinin çıkarına uygun düşecek biçimde hareketlerin yapılmasıyla
öğrenilir. Kişi istediği şeyi elde etmede başarılı bir yöntem olduğu
kanıtlanan bir biçimde hareket eder.
• Saldırgan davranışların
oluşmasında taklit önemli bir süreçtir. Bir çocuk yada genç öfke ve
saldırganlık düzeyini kontrol edemeyen ve bunu sağlıksız şekilde ifade
eden ana babasını gözlediğinde sözle saldırmayı ve katı bir şekilde
eleştirmeyi öğrenir. Ana babanın uyguladığı otoriteye dayalı katı
disiplinin çocukta saldırganlık ve başkaldırma gibi olumsuz
özelliklerin ortaya çıkarttığını görülmektedir. Araştırmalarda ana
babanın kısıtlayıcı ve çocuğa özgürlük tanımayan kendi düşüncelerini
empoze eden onun adına kararlar alıp uygulamaya çalışan katı
tutumlarının isyankarlığa ve saldırganlığa neden olduklarını
göstermektedir. Çocuğa karşı yargılayıcı olan fiziksel şiddet kullanan
çocuğu dinleyip anlamaya çalışmayan annelerin çocuklarının güvensiz
tedirgin ve saldırgan davranışlar gösterdiği bulunmuştur. Ayrıca çocuğa
karşı dayakla terbiyenin olduğu kadar aşırı koruyuculuğunda çocuğu
saldırganlaştırdığı görülmüştür.
• Toplum da aile gibi suç oranın
gelişmesini teşvik etmektedir. Suç oranın yüksek olduğu bir topluluk
çocuğun saldırgan aktivitelerde bulunan pek çok modeli gözlemlemesine
fırsat verir. Çocuk aynı zamanda bu davranışlarından ötürü bu
modellerin ödüllendirildiğine de tanık olur. Göç sebebiyle başta büyük
kentler olmak üzere çeşitli yerleşim birimlerinde oluşan kontrolsüz
yapılaşma nüfus artışı kültürel yozlaşma ve yabancılaşma gelir
adaletsizliğinin ve yoksullaşma oranının artması işsizliğin yol açtığı
güvensizlik gelecekten umudunu kesme ve amaçsızlık haksızlığa
uğradığında hakkını resmi yollardan alamaması sosyal problemlerin
çözümünde şiddete başvurulması saldırganlığın ortaya çıkmasını
kolaylaştırır.
• Psikologların büyük çoğunluğunun TV’de şiddetin
çocuklarda saldırganlık eğilimini artırdığına inandığı kesindir. Hatta
sokaktaki insanında genelde bu inancı paylaştığı söylenebilir. Eğer
televizyondan bir şeyler öğreniliyorsa ki bunda kuşku yoktur. Saldırgan
davranışlarda öğrenilebilir. Bu öğrenme TV’de gözlenen saldırgan
kahramanın gösterdiği saldırgan davranışın taklidi ya da böyle
davranışların ilişkili olduğu başka saldırgan davranışları çağrıştırıp
etkinleştirmesi biçiminde olabilir. Bununla birlikte çocukların TV’de
gözledikleri ve sonuçta kendileri için zararlı olabilecek saldırgan
davranışlara daha fazla başvuracaklarını düşünmek biraz insanı
küçümsemek ve onu ayırt etmeksizin her davranışı taklit eden robotumsu
bir yaratığa indirgemek olur. İnsan yavrusu eğer ruhsal olarak bir özrü
yoksa bebek denebilecek yaşlarda bile gerçek ile filmi filmde
yapılabilecekle gerçekte yapılabileceği ayırt edebilecek kapasitededir.
Nitekim gözden geçirdiğimiz sonuçlarda bu görüşü destekler
niteliktedir. Bulgular TV’ de saldırganlığın çocuklarda saldırganlığı
büyük ölçüde arttırdığı yargısına varmamızı sağlayacak denli kesin ve
tutarlı değildir. Eğer gerçek yaşamda saldırgan davranışlar
ödüllendirilip özendiriliyorsa çevre gerçek saldırgan modeller
açısından zenginse ya da koşullar saldırgan duyguları denetim altında
tutulamaz ölçülere çıkarıyorsa o zaman saldırgan davranışların
öğrenilmesinin ayıbı büyük ölçüde TV’ye çıkarılmamalıdır.
• Başlı başına okul ve eğitim
sistemi bile pek çok çocuk ve ergende öfke yaratan ve saldırganlığa yol
açan ortamlar olabilmektedir.Eğitim-öğretim alanındaki eşitsizlikler ve
haksız uygulamalar öğretmenlerin öğrenciler arasında ayrım yapmaları
öğrencilerin kendi içinde değil sürekli birbirleriyle kıyaslandığı
yarışmacı kalitesiz ve ezberci eğitim başarının düşmesine yolaçan
sürekli değişen eğitim programları çocukları saldırganlaştırmaktadır.
•
Kalabalık sınıflar yetersiz fiziki koşullar fazla ders saati ve yoğun
ders programının getirdiği sıkıntılara ders dışı etkinliklerin ve
sosyal faaliyetlerin yetersiz olması öğrencinin rahatlayabileceği
enerjisini kullanabileceği alanların sınırlılığı eklenir. Bu yüzden
sınıflar can sıkıntısı için mükemmel mekanlardır ve bu kadar yapay bir
ortamda çocuklardan doğal olması beklenmektedir. Bu hayvanat bahçesinde
kafese kapatılan vahşi hayvanları niçin doğal davranmıyorlar yada niye
huzursuzlar diye suçlamak gibidir.
• Disiplin yönetmeliğinin katı
yasakçı kuralları ve tek tipleştirme uygulamaları sonucu farklı
orijinal ve yaratıcı kişilik özelliklerinin törpülenmesi çocuklarda
öfke tepkilerine yol açmaktadır.
• Bir yandan öğretmenlerin
formasyon yetersizliği (öğretmen açıklarını kapatmak için her
üniversite mezununun öğretmen olarak atanması) ve eğitimden çok öğretim
ağırlıklı çalışmaları diğer yandan rehberlik ve yönlendirmenin olmayışı
okulda psikolojik danışma hizmetlerinin yetersizliği saldırganlığı
engelleme de sorunlar doğurmaktadır. (Rehber öğretmen açığını kapatmak
için bu işin eğitimini almamış insanların istihdam edilmesi).
•
Genelde ergenlikte sınırlı antisosyal davranışa dahil olan bireyler
toplumun norm ve standartlarını öğrenmektedir ve yaşam boyu
antisosyalliği sürdüren bireylerden çok daha iyi sosyalize olmaktadır.
Ergenliğin ilk yılları boyunca suçluluk artış genç yetişkinlikte de
düşüş göstermektedir. Arkadaş grubunca kabul arzusu gençler arasında
antisosyal davranışı artırmaktadır. Zamanla arkadaşlar daha az etkili
olmaya başlar ve ahlaki değerlerin kazanılmasıyla saldırgan davranış
azalır.
ÖNERİLER
• İnsanın biyolojik olarak iki nihai amacı
vardır. Hayatta kalmak ve türün devamını sağlamaktır. İnsan bir
tehlikeyle karşılaştığı zaman da iki davranış kalıbından birini seçer
ya kaçacak yada savaşacaktır. Savaşmak zorunda kaldığı zaman doğal
olarak saldıracaktır. Yani şiddetin kökeninde yer alan saldırganlık
davranışının insanın hayatta kalmasına yarayan kesin bir fonksiyonu
vardır. Bir amaca hizmet eden saldırganlık davranışının sosyal
kaidelerin geliştiği kişinin güvenliğini sağlayacak toplumsal
yapılanmanın arttığı bu gün için eskiye oranla gerekliliği azalsa da
kişinin hangi durumda kendisine zarar gelebileceği bilgisine her zaman
ihtiyacı vardır.
• Saldırganlığın üç türünden söz edilebilir. Toplum
tarafından onaylanmayan düşmanca saldırganlık belli koşullar altında
onaylanan saldırganlık toplumca ne yasaklanan ne de onaylanan izin
verilmiş saldırganlık. Toplumda etkili işlev görebilmek için bireyler
bunları öğrenmek zorundadır. Saldırganlıklarını hiçbir zaman denetim
altına alamayanların özgür kalmalarına izin verilmeyecektir. Bununla
birlikte saldırganlığa hiç başvurmayanların durumları gerektiğinde onu
kullananlarınkinden daha kötü olabilir. Dolayısıyla önemli olan
çocuklara hiçbir zaman saldırmamayı öğretmemek değil saldırganlığın ne
zaman uygun olup ne zaman uygun olmadığını öğretmektir. Önemli bir
diğer noktada çocuklara düşmanca saldırganlığın toplum tarafından
onaylanmayan saldırganlığın öğretilmemesidir.
• Araştırmalar
çocuklarının kötü davranışlarını cezalandırmak isteyen anne ve
babaların aslında bu davranışları pekiştirmekten ileriye gidemediğini
göstermektedir. Buna göre övülen iyi davranışlar çocukları tarafından
nasıl öğreniliyorsa cezalandırılan kötü davranışlarda öğrenilebilir.
Burada önemli olan davranışın altının çizilmiş olmasıdır Bir davranış
ödül ile güçlendirilirken ceza ile ortadan kaldırılabilir. Ancak burada
asıl ceza o davranışın sonunda ortaya çıkacak olumsuz durumun
kendisidir. Bir davranış sonucunda ortaya çıkan olumsuzluk bir yanıt
iken cezalandırmak bir uyaran oluşturabilmektedir. Ceza cezalandırılan
tarafından kendine bir saldırı olarak algılanabilir hatta karşı atağa
geçme isteği uyandırabilir. Davranış sonucu ortaya çıkan olumsuzluk
davranışın devamını önleyici bir etkiye sahipken cezalandırmak
davranışın tekrarı için bir uyarıcı oluşturmaktadır.
• Okuldaki
herkesin okulu sahipleneceği ve orada olmaktan hoşlanacağı bir okul
iklimi oluşturulmalıdır. Okuldaki her öğrenciye ve görevliye
kendilerinin okulun önemli bir parçası oldukları hissettirilmelidir. Bu
duygu okulda güvenliği sağlamaya yönelik planlama sürecine herkesin
(öğretmenlerin öğrencilerin velilerin ve toplumun önde gelen
kişilerinin) katılımı sağlanarak başarılabilir.
• Yapılan
araştırmalar okullardaki sorunların çok büyük bir kısmını okuldaki çok
küçük bir azınlığın çıkardığını göstermektedir. Bu öğrenciler öncelikli
hedef seçilebilir. Okuldaki gözetim ve denetim faaliyetleri
planlanırken sayıca az olan bu öğrencilerin bulundukları yerlere özel
bir dikkat gösterilmesi bu öğrencilerin hem kendilerini hem de olası
mağdurları şiddeti karşı korumak için yararlı olabilir.
• Okulda
güvenliğin sağlanması birinci derecede okul müdürünün işidir. Okul
müdürü kendi odasına çekilmemeli özellikle ders aralarında koridorlarda
görünmeli sınıfları ziyaret etmeli ve okulda düzenlenen toplantılarda
hazır bulunmalıdır. Hiç kuşku yok ki en iyi müdür zamanın çoğunu makam
odasının dışında geçiren müdürdür. Başta okul müdürü ve müdür
yardımcıları olmak üzere okuldaki bütün görevliler öğrencilerden önce
okula gelmeli öğrenciler okula geldiklerinde tüm çalışanların
kendilerini güler yüzle kendilerini karşıladığını görebilmelidir.
•
Okul yöneticileri ve öğretmenleri anne babalar ile mutlaka işbirliği
yapmalıdır. Güvenli bir okul oluşturmak sadece okul yöneticilerinin
başarabileceği bir iş değildir. Veliler okul güvenliğinin sağlanmasının
aslında kendi çocuklarının başarısına katkıda bulunacağını bilmeli ve
bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmeye istek duymaları
sağlanmalıdır.
• Öğrencilerin gerçekten ilgisini çeken ders dışı
etkinlerinden oluşan bir sistem kurulmalıdır. Okul çağındaki çocuklar
yapılacak ilginç ve kendilerine meydan okuyan şeyler bulamazlarsa bu
boşluğu olumsuz etkinliklerle doldurabilirler.
• Öğrencilerin kendi
güvenliklerinin sağlanmasına aktif bir biçimde katılmalarının
sağlanması gerekir. Bu amaçla öğrencilerin okuldaki güvenlik
planlarının hazırlanmasına katılmaları sağlanabilir. Ayrıca öğrencilere
kişiler arası ilişkilerde ortaya çıkan anlaşmazlıkları ve çatışmaları
şiddet içermeyen yollarlı çözme teknikleri öğretilebilir.
•
Öğrencilere doğru kararlar verme sorumluluklarını bilen bir vatandaş
olma ve çatışma çözme becerilerine sahip olma gibi yaşam becerileri
öğretim programlarıyla bütünleştirilerek kazandırılmalıdır. Özellikle
gençlerin çatışmalarla nasıl başedeceklerini öğrenmeye ihtiyaçları
vardır. Çünkü okullardaki şiddet olayları aslında çözümlenmemiş
çatışmaların yansımasıdır. Eğer gençlere çatışmaları yapıcı bir biçimde
çözme becerileri kazandırılırsa okullar daha güvenli yerler
olabileceğini söyleyebiliriz. Her okul öğrencilerine bu yaşam
becerilerini öğretmeyi amaçlamalıdır.
• Yetişkinlerin gözetimi ve
denetimi ihmal edilmemelidir. Özellikle çocuklar sürekli denetim ve
gözetime ihtiyaç duyarlar. Okulda görevli yetişkinlerin çocukların
gözetim ve denetiminin nasıl yapılacağı konusunda belli aralıklarla
hizmet içi eğitim verilmesi gerekir. Bu eğitimlerde öğrenciler
arasındaki bir kavgaya öğretmenlerin yada okul çalışanlarının nasıl
müdahale etmeleri gerektiği üzerinde durulabilir.
• Okuldaki şiddet
olaylarıyla ilgili düzenli bir kayıt sistemi kurulmalı ve düzenli bir
izleme çalışması yapılmalıdır. Bu sayede okulda meydana gelen şiddet
olaylarının ve diğer suçların analiz edilmesi sağlanabilir. Bu olaylar
en çok ne zaman nerede meydana gelmektedir? En fazla kimler
karışmaktadır? Sorularına cevap bulunarak bu verilere göre güvenlik
önlemleri ele alınmalıdır.
• Okul güvenliğini sağlamak için gerekli
fiziksel önlemlerin alınması çok önemlidir. İstenmeye olayların sıkça
meydana geldiği koridor spor alanları spor sahası okulun giriş çıkış
yerleri ve kantin gibi mekanlar için yetişkin gözetim ve denetimi
artırılabilir.
• Okula farklı yerlerden giriş yapılması engellenmeli
girişler belli bir kapıdan yapılmalı ve bu kapıda mutlaka denetim
olmalıdır. Okula gelen ziyaretçilerin kaydı tutulmalı ve rasgele
ziyaretçi giriş çıkışı olmamalıdır.
• Okulda krize müdahale ekibi
oluşturulmalı ve gerekli müdahale planları önceden hazırlanmalıdır.
Çünkü bütün önlemlere rağmen okullarda zaman zaman sorunlardan kaçınmak
mümkün olmayabilir. Okul güvenliği planı her yıl gözden geçirilerek
güncelleştirilmelidir.
• Okulun güvenliğini artırmak üzere polis
itfaiye acil servis gibi birimlerle hemen iletişim kurabilecek şekilde
düzenlemeler yapılmalıdır.
• Her okul öğrencilerin hangi durumlarda
nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin bilgiler içeren klavuzlar
hazırlamalıdır. Bu klavuzlarla kurallara uyulmadığı zaman hangi
yaptırımlarla karşılaşacakları bildirilmeli ve bu yaptırımlar bütün
öğrencilere aynı şekilde uygulanmalıdır.
• Okulda meydana gelen
şiddet yada işlenen suçlardan dolayı mağdur olan öğrenciler özel bir
dikkate ve desteğe ihtiyaç duyarlar. Okullardaki rehber öğretmenler bu
desteği sağlamada çok önemli bir rol oynarlar.
Anne Babaya Öneriler:
• Katı disiplin uygulama
• Sevgiyi koşullu gösterme
• Nedenlerini açıklama ihtiyacı duymadan davranışlarda kısıtlama yapma
• Yapılan hataları affetmeme katı cezalandırıcı yaklaşım
•
Doğruların merkezi olarak kendini kabul eden bu nedenle çocuğun görüş
ve düşüncelerine önem vermeyen ve aile sorunlarının tartışılmasında
çocuğa söz hakkı tanımayan
• Genelde çocuğun kapasitesi üzerinde beklentisi olan ve bu beklentiye ulaşmada çocuğu zorlayan
•
Toplum normlarına sıkı sıkıya bağlı ve bu kalıbın dışına çıkmaya ana
baba tutumları otoriter tutumlar olarak tanımlanır. Bu tutumlar çocuk
üzerinde katılık hoşgörüsüzlük içe dönüklük gibi kişilik özellikleriyle
saldırgan davranışlarda bulunma eğilimine neden olur.
• İlgisiz ve
otoriter ana baba tutumlarının binişik özellikleri vardır. Bilerek veya
ilgilenemediği için çocuğa karşı itici davranışlarda bulunma
gereksinimlerini karşılamama sevgi göstermeme etkinlikleri ve
başarıları ilgisizlikle karşılayıp başarısızlıkları ağır şekilde
cezalandırma görüş ve düşüncelerine önem vermeme ilgisiz ana baba
tutumları olarak tanımlanabilir.
• Çocukla ilgilenip onunla iletişim
kurarak onu gerektiği ölçüde kontrol etmek ve çocuğun gittikçe artan
potansiyeline ulaşmasında gereksinim duyduğu fırsatları elde etmesine
rehberlik yapmak
• Çocuğu reddederek ona karşı ilgisiz davranmak
yerine çocuğun kendileriyle karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan olumlu
bir özdeşim kurmasına yardım etmek
• Aile içinde demokratik bir düzen kurarak dengeli bir bağımsızlık modeli sağlamak
• Çocuğa seçme olanağı vererek gereksinimlerini çekinmeden söyleyebileceği bir ortam yaratmak